Geçmişten Günümüze Evrensel Sergiler: Mimarlık ve Kültürel Dönüşüm

1851 Londra: Kristal Saray’la Başlayan Dönem

Paxton’a ait ilk eskizler Kaynak: ©Victoria and Albert Museum London

Dünya fuarlarının hikâyesi 1851’de Londra’da başlıyor. Kraliçe Victoria’nın eşi Prens Albert’in öncülüğünde hazırlanan sergi, İngiltere’nin sanayi devrimindeki üstünlüğünü göstermek amacıyla planlanıyor. Sergi için Hyde Park seçiliyor. Buraya yapılacak yapının tasarımı için yarışma açılıyor, ama beklenmedik bir isim öne çıkıyor: Joseph Paxton.

Paxton aslında mimar değil, geçmişinde sera ve kış bahçeleri tasarlamış bir tasarımcı. Cam ve demir kullanarak bitkileri korumak için geliştirdiği yapılar, bu serginin ilham kaynağı oluyor. Onun tasarımı, modüler yapısıyla kolayca inşa ediliyor ve Kristal Saray adını alıyor.

Tamamen cam ve dökme demirden oluşan bu yapı, dönemin mühendislik gücünü sergiliyor. Aynı zamanda mimarlıkta endüstriyel malzemelerin kullanıldığı ilk büyük ölçekli örneklerden biri sayılıyor. Sergi boyunca altı milyona yakın ziyaretçi bu yapının içini geziyor. Makinalar, sanat eserleri ve icatlar bir araya geliyor. 

Kristal Saray’ın şeffaf yapısı aslında dışarıdan bakan birinin de duvarlar olmaksızın serginin içerisine dahil olabildiği bir mekan oluşturuyor. Fuar alanı mekanın somutluğundan çok içinde ve dışında barındırdığı teknolojinin sergileyicisine dönüşüyor.

Paris Evrensel Sergileri: İhtişam, Rekabet ve Eiffel

Londra’daki başarıyı gören Fransa, 1855’te Paris’te ilk uluslararası sergisini düzenliyor. Alanı daha büyük, katılımcı sayısı daha fazla. Sergi sırasında pazar günleri bilet fiyatları düşürülüyor. Ayrıca sadece sanat eserlerine ayrılmış bağımsız bir pavyon oluşturuluyor. Bu yeni uygulamalar sergi kültürünü dönüştürüyor.

Fransa, bu deneyimi tekrarlamaya karar veriyor. 1867, 1878, 1889 ve 1900’de yeni evrensel sergiler düzenleniyor. Her biri bir öncekini geride bırakıyor. 1867’de Osmanlı Sultanı Abdülaziz sergiyi bizzat ziyaret ediyor. Bu ziyaret, Osmanlı’nın Avrupa’daki imajını güçlendirme çabasını simgeliyor. İlk kez yurtdışına sefer dışında bir amaçla çıkan Abdülaziz Fransızlar tarafından büyük ilgi görüyor. Paris halkı, sultanı yakından görmek için sokaklara dökülüyor. Çünkü oryantal bir dünyadan gelen Osmanlı İmparator’u o zamanlar batı için bir gizem ögesini oluşturuyor. 

1889 Paris Sergisi, Fransız Devrimi’nin 100. yılına denk geliyor. Bu serginin simgesi, o dönemde geçici olarak düşünülen bir yapı: Eiffel Kulesi. Gustave Eiffel’in tasarladığı kule, Paris’in kalıcı sembolü haline geliyor. Sergi boyunca milyonlarca kişi kuleyi ziyaret ediyor, Makine Galerisi gibi yapılarla sanayi gücünün görkemi öne çıkıyor. Aynı zamanda işçi konutları gibi işçilerin yaşamını iyileştirme çabaları da Paris’te sergilenerek sanayi devriminin sonuçları her ölçekte gözlemlenebilir hale geliyor. Yine de işçi konutlarını iyileştirme çabası tamamen işverenin daha iyi performansa sahip işçilere sahip olması gibi amaçlar taşıdığından etik olarak tartışılabilir bir gündem açıyor.

1900’de düzenlenen sergi ise “altın çağ”ın zirvesi oluyor. Paris, elektrikle aydınlatılıyor, şehirde Grand Palais ve Petit Palais gibi yapılar inşa ediliyor. İlk yürüyen merdiven ve sinema gösterimleri burada tanıtılıyor. Paris, o dönem “ışığın şehri” unvanını tam anlamıyla hak ediyor.

Paris 1867: Dairesel Plan, Bahçeye Yayılmış PavyonlaR

 

Paris 1867 sergisi planı Kaynak: Wikimedia Commons

1867’de Paris’te düzenlenen Evrensel Sergi, mimari açıdan yenilikçi bir planlama anlayışı getiriyor. Sergi alanı, Champ-de-Mars bölgesine kuruluyor. Merkezde yer alan ana yapı, dairesel – ya da daha doğrusu elips şeklinde – bir plana sahip. Cam ve metalden inşa edilen bu yapı, iç içe geçmiş halkalar halinde tasarlanıyor. Ortasında kubbeli bir merkez yer alıyor. Bu merkezi alan, galeri koridorları ve bahçelerle çevreleniyor.

Ziyaretçiler içeri girdiğinde, tek bir yapı içinde hem sanayi ürünlerini hem de ulusal sergileri gezebiliyor. Binanın etrafı, fuarın dış bahçesi şeklinde düzenleniyor. Buraya yaklaşık 100 kadar ek yapı ve ülkelere ait pavyonlar yerleştiriliyor. Bu küçük yapılar, millî mimarileri yansıtacak şekilde kendi bahçelerine dağılmış durumda. Osmanlı, Mısır, Çin gibi ülkeler ana binanın dışında, bahçe içinde kendi kültürel temsillerini sergiliyor. Böylece sergi alanı, bir tür dünya kasabasına dönüşüyor. Payvonların yeri o dönemde ülkelerin dünya sahnesindeki yerini de temsil ediyor.

Bu mimari düzen sayesinde ziyaretçiler hem merkezdeki dev yapıda dolaşıyor, hem de farklı kültürel atmosferleri deneyimlemek için bahçedeki ayrı pavyonlara geçebiliyor. Ana yapının oval formu, ziyaret akışını merkezden çevreye kolayca yönlendiriyor.  Sergi planında merkezden kenarlara dikey yüründüğünde bir ülkeye dair tüm ürünleri gezebilirken, eliptik hareketlerle gezildiğinde ise tüm ülkelere ait belli bir kategoriden ürünleri görmek mümkün oluyor.  Ayrıca sergiye özel bir tren hattı da inşa ediliyor. Çocuk bakım evleri, dinlenme alanları gibi detaylarla, organizasyon kurgusu ileri düzeye taşınıyor.

 

1873 Viyana: Doğu ile Batı’nın Yan Yana Geldiği Alan

Fransa ve Britanya’nın ardından sıra Avusturya-Macaristan’a geliyor. 1873’te Viyana’da düzenlenen sergi, sadece büyüklüğüyle değil, temsil ettiği fikirle de dikkat çekiyor. Merkezde yer alan Rotunda, o dönemin en büyük kubbeli yapısı oluyor. 108 metre çapındaki bu yapı, serginin kalbini oluşturuyor. Viyana’daki sergi neredeyse Paris’teki sergiden dört kat daha büyük bir alana yayılıyor.

Rotunda’dan dışarı doğru yayılan sergi galerileri ve sokaklar, plan şemasını adeta bir güneş gibi şekillendiriyor. Ana kubbenin çevresinde ise geniş bir açık alan bulunuyor. Bu alana her ülke kendi pavyonunu inşa ediyor. Ama bu kez pavyonlar, Paris’teki gibi küçük kulübeler değil, bağımsız mimari yapılar.

1873 Viyana Sergisi Planı Kaynak:Wikimedia Commons

Bu fuar, Avrupa’nın ortasında Doğu ile Batı’nın buluşma yeri haline geliyor. İmparator Franz Joseph, Osmanlı’dan Japonya’ya kadar pek çok Doğu ülkesine geniş sergi alanları tahsis ediyor. Osmanlı İmparatorluğu, bu daveti fırsata çeviriyor. Osman Hamdi Bey bu sergi için görevlendiriliyor ve Victor Marie de Launay’la birlikte III. Ahmet çeşmesini bir payvon yapısı olarak yeniden inşa ediyorlar.

Osmanlı pavyonunda aynı zamanda İstanbul’dan esinlenen kahvehaneler, geleneksel evler, hatta hamam ve çarşılar yer alıyor. Topkapı Hazinesi’nden seçilmiş objeler, kıyafetler ve yayınlar sergileniyor. Osmanlı, hem zengin geçmişini hem de kültürel çeşitliliğini bu fuarda görünür hale getiriyor. Sergi ziyaretçileri için bu pavyon hem egzotik hem de merak uyandırıcı bir deneyim sunuyor.

Mısır Sarayı, Çin çayevi, Japon bahçesi gibi yapılar dikkat çekiyor. Pavyonlar arasında yürüyüş yolları var. Ziyaretçiler parklarda gezerek bu yapıları keşfediyor.

Viyana planı, klasik sergi salonu anlayışından uzaklaşıyor. Ziyaretçilere hem mühendislik harikası bir merkezi yapı sunuyor, hem de doğal ortamda farklı kültürleri deneyimleme imkânı tanıyor. Bu yönüyle 1873 Viyana Sergisi, bir fuardan çok açık havada gezilebilen bir kültür yoluna dönüşüyor.

20. Yüzyıla Doğru: Fuarların Değişen Rolü

1880–1914 dönemi, dünya fuarlarının altın çağı olarak görülüyor. Artık sadece Avrupa’da değil, Amerika ve Uzak Doğu’da da fuarlar düzenleniyor. 1893’te Chicago’da yapılan Kolomb Sergisi, “Beyaz Şehir” adıyla anılıyor. Daniel Burnham’ın şehircilik planı, Amerikan kent estetiğine yön veriyor. Eiffel Kulesi’ne yanıt olarak Ferris Wheel (dönme dolap) burada ilk kez halka sunuluyor.

Amerika’da sergilenen dönme dolap Kaynak: Wikipedia

Bu dönemde dünya fuarları sadece sanayi ve mimarlık değil, aynı zamanda toplumsal eğlence alanına da yöneliyor. Özellikle sömürgeci ülkelerin katıldığı fuarlarda, sömürgelerden getirilen “yerli köyleri” ve etnografik sergiler dikkat çekiyor. Bu kurgular, dönemin bakış açısını da yansıtıyor. Büyük ülkeler ne kadar güçlü olduklarını sergilemek amacıyla “farklı” buldukları toplumlardan insanları bir sergi malzemesi haline getiyor. “Human Zoo” ismi verilen eğlence alanları da dünya sergileriyle ortaya çıkıyor. O dönem Batı’nın önüne geçilemez büyük gücü kendilerinden aşağı gördükleri ve kaynaklarını kendileri için sonuna kadar sömürdükleri ülkelerin insanlarını da bir egzotik öge haline getiriyor. 

Birinci Dünya Savaşı fuarları durduruyor. 1920’lerden sonra fuarlar yeniden canlanıyor ama artık daha kurumsal bir yapıya bürünüyor. 1928’de kurulan BIE (Bureau International des Expositions), bu etkinlikleri resmî hale getiriyor. Temalar belirleniyor, organizasyonlar standartlaşıyor.

1939 New York Fuarı, “Yarının Dünyası” temasıyla düzenleniyor. Savaşın gölgesinde umut vermeyi amaçlayan bu etkinlikte Trylon ve Perisphere gibi fütüristik yapılar yer alıyor. Fuarlar artık sadece geçmişi değil, geleceği de hayal etmeye başlıyor.

Trylon ve Perisphere Kaynak: Architectuul

Soğuk Savaş Fuarları: Rekabetin Yeni Alanı

1958’de Brüksel’de düzenlenen Expo, barış ve ilerleme temasıyla öne çıkıyor. Atomium anıtı bu serginin simgesi haline geliyor. Aynı zamanda ABD ve Sovyetler Birliği’nin teknoloji yarışına sahne oluyor. 1967’de Montreal’de düzenlenen sergide de benzer bir rekabet görülüyor.

Bu dönem fuarları bir anlamda vitrin görevi üstleniyor. Ülkeler sadece icatlarını değil, dünya görüşlerini de sergiliyor. 1970 Osaka Expo’su, savaş sonrası Japonya’nın yeniden doğuşunu simgeliyor. Fuar, rekor düzeyde ziyaretçi alıyor. Japonya, ikinci dünya savaşındaki konumunun ardından kendini çağdaş ve barışçıl bir ülke olarak konumlandırıyor.

Günümüzde Expo’lar: Küresel Sorulara Ortak Yanıtlar

1970’lerden sonra fuarlar, geçmişin imparatorluk anlatılarından uzaklaşıyor. Temalar değişiyor. Artık çevre, sürdürülebilirlik, ulaşım, gıda gibi konular öne çıkıyor. 2000 Hannover Expo’su bu yaklaşımın kilometre taşlarından biri oluyor. Bu fuarda yayımlanan Hannover İlkeleri, mimari ve tasarımın ekolojik sorumluluğa sahip olması gerektiğini vurguluyor.

2005 Aichi (Japonya) fuarında doğa ile uyum teması işleniyor. Fuar alanındaki yapılar, çevreye zarar vermeyecek şekilde tasarlanıyor. 2010 Şanghay Expo’su, tarihin en çok ziyaret edilen fuarı oluyor. “Daha İyi Şehir, Daha İyi Yaşam” teması kentleşmeye odaklanıyor.

2015 Milano Expo’sunda gıda güvenliği ve sürdürülebilir tarım konuşuluyor. 2017 Astana Expo’su, yenilenebilir enerji kaynaklarını gündeme taşıyor. 2020 Dubai Expo’su, teknoloji, yapay zekâ ve küresel iş birliğini öne çıkarıyor. Serginin kalbi olan Al Wasl Kubbesi, projeksiyonlarla desteklenen interaktif bir alana dönüşüyor.

Bugün ve Yarın

Günümüzde evrensel sergiler artık geçmişteki gibi imparatorluk propagandasıyla şekillenmiyor. Fuarlar, insanlığın ortak sorunlarına dikkat çekmeyi amaçlıyor. Mimarlık hâlâ bu fuarların önemli bir parçası. Her fuar, temaya uygun yeni yapılar ve deneysel mekânlar üretmeye devam ediyor.

Teknolojinin yaygınlaşması, bu tür etkinliklerin değerini tartışmalı hale getiriyor. Yine de fiziksel olarak bir araya gelmenin, bir yapının içinde dünyayı deneyimlemenin yerini dijital ortamlar tam olarak dolduramıyor. Bu yüzden dünya fuarları hâlâ etkileyici birer kültürel buluşma noktası olmayı sürdürüyor.

Kaynaklar

  • Britannica.com, “World’s Fair”
  • All Things Architecture, Architecture Goes to the Fair
  • Smithsonian Magazine, “The Rise and Fall of World’s Fairs”
  • Newlines Magazine, “1873 World’s Fair and Turkey’s European Aspirations”
  • Habsburger.net, “The Rotunda – Vienna World Exhibition 1873”
  • Bureau International des Expositions (bie-paris.org)
Facebook
LinkedIn
X (Twitter)
Telegram
WhatsApp
Pinterest
Email
Print

Working Hours

Not concerds with trends, only with good tastes

Mon-Fri................9-10
Sat-Sun................10-17

Or make a call: