Cinsiyet, Mekân ve Mimarlık: Modernleşmeye Feminist Bir Bakış

Hiç düşündünüz mü, modernleşme dediğimiz süreç aslında kimler için tasarlanmıştı? Ben, modernlaeşmenin daha çok Avrupalı, beyaz, zengin erkekler için biçimlendirildiğine inanıyorum. Bu fikir, özellikle 19. yüzyılın sonlarına bakınca çok daha net anlaşılıyor.

O dönemlerde erkekler ve kadınlar için roller, kapitalizmin etkisiyle belirgin şekilde ayrılıyor. Erkekler, fabrikalar ve ticaret merkezleri gibi kamusal alanlarda çalışırken; kadınlar ev gibi özel alanlara itiliyor. Üstelik çalışmak zorunda kalan alt sınıf kadınlar, değersiz ve nesneleştirilmiş işlerde yer alıyordu.

Sanat, bu rol dağılımını anlamak için harika bir pencere sunuyor. Bu noktada Griselda Pollock’un Vision and Difference kitabını tavsiye ediyorum. Kitapta incelenen Manet’nin A Bar at the Folies-Bergère tablosuna bir bakalım. Bu tabloda bir barmen olarak tasvir edilen işçi sınıfından bir kadını görüyoruz. Kadının kıyafetleri modern, hatta biraz cesur, ama detaylarda onun bir leydi olmadığını anlıyoruz. Mesela eldiven giymiyor; çünkü elleri, hizmet için orada. Kadının yüzündeki yorgunluk ve soyutlanma hissi ise gözden kaçmıyor.

Edouard Manet’nin Folies-Bergere’de Bir Bar adlı tablosu, 1882

Bir başka örnek ise Manet’nin Olympia tablosu. Bu eser, dönemin idealleştirilmiş kadın imajını tamamen alt üst ettiği için yoğun eleştiriler alıyor. Daha önce Urbino’nun Venüsü gibi tablolarla idealize edilen kadın figürleri yerine, bu kez gerçek bir kadın – bir genelev çalışanı – tasvir ediliyor. O dönemde bir kadının böyle tüm gerçekliğiyle resmedilmesi şok etkisi yaratıyor. 

O dönemde bu hayatın içerisindeki “gerçek” ve “işçi sınıfı” kadınları resmedebilenler ise sadece erkekler. Erkekler tüm sosyal alanlara erişim sahibi ve kadınlardan daha fazla toplumda var olabilir durumdalar.

Edouard Manet’nin Olympia adlı tablosu, 1863

Tabii, kadın sanatçılar da var. Örneğin, Mary Cassatt. Cassatt, o dönem için “şanslı” sayılabilecek kadınlardan biri; çünkü zengin bir aileden geldiği için sanat eğitimi alabiliyor. Ancak onun tablolarına baktığımızda, genelde resmin öznesi kadınlar evde, balkonda ya da terasta görülüyor. Kamusal alanda yer almak bir yana, bu alanları bile genelde uzaktan gözlemliyorlar.

Mary Cassatt’ın Françoise in Green, Sewing adlı tablosu, 1908–1909

 

Peki ya diğer kadın sanatçılar? Camille Claudel’den bahsedebiliriz mesela. Paris’te eğitim almayı başarmış nadir kadın heykeltıraşlardan biri. Ama sevgilisi Rodin’den ayrıldıktan sonra sanat dünyasından dışlanıyor, hayatının son otuz yılını bir akıl hastanesinde geçiriyor. Bugün bile hala “Rodin’in sevgilisi” ya da “Paul Claudel’in kız kardeşi” olarak anılıyor.

Modernleşme sürecinin eşitlikten uzak olduğunu sadece sanat değil, mimarlık tarihinden de görüyoruz. Mesela Bauhaus gibi çağının devrimcisi okullarda bile kadınlar genellikle “craft” adı altında dikiş-nakış gibi alanlarda eğitim alabiliyordu. 

Bugün bile tasarımlarımızda genelde erkek bedenini baz alıyoruz. Bu durumda gerçekten eşitlikçi mekânlardan söz etmek mümkün mü? Otobüs koltuklarından spor salonlarına, ofis mobilyalarından kamusal tuvaletlere kadar birçok tasarım, genelde yetişkin bir erkeğin boyutları ve ihtiyaçları göz önünde bulundurularak yapılıyor. Bunun sonucunda, kadınlar, yaşlılar, engelli bireyler ya da çocuklar gibi farklı kullanıcı grupları bu mekânlarda dezavantajlı konuma düşüyor. Örneğin, hastanelerdeki sedyelerden otel odalarındaki banyo düzenlemelerine kadar birçok detayda bu “ideal beden” anlayışının izlerini görmek mümkün.

Bu nedenle, mimarlık ve tasarımda feminist bir bakış açısını benimsemek artık bir tercih değil, bir gereklilik. Mekânları herkes için erişilebilir, adil ve kapsayıcı şekilde tasarlamak; hem geçmişteki eşitsizlikleri anlamamıza hem de daha adil bir gelecek inşa etmemize yardımcı olabilir.

Working Hours

Not concerds with trends, only with good tastes

Mon-Fri................9-10
Sat-Sun................10-17

Or make a call: