İstanbul’un Tepesine Yerleşen Tartışma: Çamlıca Kulesi

Kadıköy’den Beşiktaş vapuruna binen herkesin, Boğaz’a bakarken gözünün önüne düşen o yapıyı hatırlamaması imkânsızdır: Süzer Plaza, nam-ı diğer Gökkafes. Avrupa yakasının siluetinde, kütlesiyle adeta bir parantez açar; Taşkışla 3400’ten Boğaz’ı izlerken bile görüşümüzü kesen dev bir perde gibi durur. Yıllardır, bu binaya bakıp “bu kente böyle bir müdahale nasıl yapılmış?” diye sormayan yoktur. Son yıllarda ise siluetimizde, nereden bakarsak bakalım Süzer’le yarışacak yeni bir rakip var: Çamlıca Radyo Kulesi. Sadece sisli İstanbul sabahlarında gözlerden kaybolan, bunun dışında kentin neresinde olursak olalım karşımıza çıkan bu kule, artık İstanbul’un en baskın siluet öğelerinden biri haline gelmiş durumda.

2011’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Çamlıca Tepesi TV-Radyo Kulesi için ulusal bir fikir projesi yarışması düzenler. Yarışmada birincilik ödülü, yüksek mimar İnanç Eray’ın liderliğini yaptığı ekibe gider. O dönemin birinci projesine bakıldığında, bugün inşa edilen yapıyla ne kadar farklı olduğunu görmek mümkün. Daha geçirgen, boşluklu ve hafif bir form öngören bu tasarımın siluete etkisi, muhtemelen bugünkü kadar baskın olmayacaktı. Yine de, yalnızca yarışma görselleri üzerinden inşaat tamamlandığında ortaya çıkacak kesin etkiyi öngörmek kolay değildi.

Ancak uygulama aşamasına geçildiğinde süreç bambaşka bir yöne evriliyor. Dönemin siyasi iktidarının doğrudan tercihiyle, jüri değerlendirmesinde üçüncü sırada yer alan proje —bugünkü Çamlıca Radyo Kulesi— inşa edilmek üzere seçilir. Neden birinci olan proje yerine Melike Altınışık’ın üçüncülük ödüllü tasarımının hayata geçirildiğine dair resmî bir açıklama yapılmaz. Ancak bu durumun, birinci projenin turistik fonksiyonlarından elde edilecek gelirin daha düşük olmasıyla ilişkilendirilmesi kaçınılmazdır. Jüri kararının devre dışı bırakılması ve sürece üst otoritenin doğrudan müdahalesi, mimarlık ortamında etik açıdan sorgulanan bir durum olarak kayda geçer.

Seçimin ardındaki motivasyon ne olursa olsun, sonuçta inşa edilen kule Melike Altınışık imzasını taşır. 369 metre yüksekliğindeki yapı, İstanbul’un Asya yakasında, Küçük Çamlıca Tepesi’nde yükselir. Betonarme gövdesi 221 metre, üzerindeki çelik anteni ise 168 metredir; deniz seviyesinden zirvesi tam 587 metreye ulaşır. Bu devasa ölçek, kulenin İstanbul siluetinin en baskın unsurlarından biri olmasına yol açar. Her ne kadar ilk üçteki projeler benzer yükseklikler öngörse de, seçilen tasarımın konumu ve biçim dili, şehre bambaşka bir görsel ağırlık kazandırır.

Tasarımın Özellikleri: Mimari Anlatı ve Gerçekler

Seçilen projenin mimarı Melike Altınışık, Çamlıca Kulesi’ni doğayla bütünleşen, çağdaş ve simgesel bir yapı olarak tanımlar. Onun anlatımına göre kule, Osmanlı döneminde önemli bir sembol olan lale çiçeğinden esinlenir; gövdesi lalenin köklerini, üst kısımdaki seyir terası ve restoran katları ise henüz açmamış bir lale tomurcuğunu temsil eder. Ana gövdeyi saran iki panoramik asansör, tıpkı İstanbul Boğazı gibi Asya ve Avrupa yakalarını sembolik olarak ayırıp birleştiren bir metafor olarak kurgulanır.

Ancak tasarım görselleriyle inşa edilen yapı arasında belirgin farklar bulunur. Yakından bakıldığında, hedeflenen pürüzsüz dış yüzeyin tam olarak elde edilemediği, cephenin parametrik mimaride arzulanan akışkanlığı yansıtmakta zorlandığı görülür. Altınışık yapıyı doğal çevrenin bir yansıması olarak tanımlasa da, pek çok İstanbullu bu kütleyi yapay ve rahatsız edici bir görüntü olarak nitelendirir. Farklı nesnelere benzetilir; “estetik” bir yapı olarak anılması ise daha çok taraflı bakış açısına sahip çevrelerin yorumlarında yer bulur.

Tasarımın monolitik ve akıcı formu, ilk bakışta bulunduğu çevreden kopuk gibi görünse de mimar, bunun rüzgâr verileri, manzara yönelimleri ve arazi koşulları dikkate alınarak şekillendiğini söyler. Proje, kamuoyuna sunulduğu dönemde ise yüksekliği üzerinden öne çıkarılır: “Eiffel’den bile yüksek.” Peki, bu ne anlama geliyor? 19. yüzyılda yapılmış bir yapıyla boy ölçüşmek, gerçekten bugünün mimarlık anlayışına uygun bir hedef mi?

Bazı çevreler, kulenin İstanbul’un “yeni sembol yapısı” olduğunu dile getirir. Ancak binlerce yıllık geçmişe sahip, çok katmanlı bir şehirde “yeni sembol” arayışı, pek çok kişi için abartılı bir iddia olarak görülür. Resmî söylemde kule, dağınık haldeki eski antenleri tek yapıda toplayan fütüristik bir eser olarak tanıtılır. Cephe aydınlatmasından iç mekânına kadar her detayın “İstanbul şehir siluetine katkı sunması” amacıyla tasarlandığı belirtilir.

148 ve 153 metre kotlarındaki iki seyir terası ile 175 ve 180 metredeki restoranlar sayesinde, kulenin İstanbul turizmine ve sosyal yaşamına “yeni bir soluk getireceği” vurgulanır. Ulaştırma Bakanlığı da kuleyi “İstanbul’un yeni silüetinin sembolü” olarak tanımlar; sosyal alanları, manzara terasları ve yeme-içme birimleriyle hem yerli hem yabancı ziyaretçiler için bir cazibe merkezi haline geldiğini öne sürer. Bu bakış açısına göre Çamlıca Kulesi, yalnızca bir verici altyapısı değil, aynı zamanda gelir getirmesi beklenen bir turistik çekim noktasıdır. İstanbul boğazı gibi nadide bir silüete sahip bir bölgede illa gelir getirme kaygısıyla bir yapı inşa etmek gerekiyor mu, bu da farklı bir tartışma konusu. Getireceği gelirden önce tartışılması gereken şeylerin en başında bu kadar büyük bir yapının çevresiyle uyumu ve geçirgenliği gündeme gelmesi gerekiyor benim fikrime göre. 

 

Tartışmalar: Siluet ve Çevreye Etkileri

Çamlıca Kulesi, henüz fikir aşamasındayken bile İstanbul silueti üzerindeki etkisiyle tartışma yaratır. Projenin planlandığı Küçük Çamlıca Tepesi, Boğaziçi manzarasına hâkim konumu ve yeşil dokusuyla uzun yıllardır kentin önemli doğal siluet öğelerinden biridir. Tıpkı Galata Kulesi veya tarihi yarımadanın camileri gibi, bu tepenin uzaktan bakıldığında boşluğu ve siluet içindeki sakin varlığı anlam taşır.

Tam da bu yüzden, TMMOB Mimarlar Odası yarışma ilan edildiği anda üyelerine bir çağrı yaparak “Kent suçu yaratma sürecine ortak olmayın” başlığıyla projeye katılmamalarını tavsiye eder. Uluslararası Mimarlar Birliği’ne (UIA) gönderilen raporda ise Çamlıca Tepesi’nin 1. derece doğal ve kentsel SİT alanı olduğu, mevcut antenlerin hem insan sağlığı hem de siluet açısından olumsuz etkiler yarattığı belirtilir. Çözüm olarak, antenlerin başka bir bölgeye taşınması önerilir. Buna karşın, yarışma şartnamesinde 340 metre yüksekliğinde, içinde seyir terasları gibi ticari fonksiyonlar barındıran dev bir kulenin bu koruma alanına dikilmesi öngörülür. Oda, bu durumun tepenin bitki örtüsünü, topoğrafyasını ve siluet etkisini bozabilecek ciddi tahribatlar yaratacağını açıkça ilan eder.

Tüm bu itirazlara rağmen proje hayata geçer ve 2016’da inşaat başlar. Betonarme çekirdek yükseldikçe kule, kentin birçok noktasından görünür hale gelir. Özellikle Boğaz’ın Avrupa yakasından bakıldığında, tarihi yarımadanın arkasında yükselen beyaz siluetiyle dikkat çeker. Bu aşamada eleştiriler daha da artar. Bazı yayın organları kuleyi “İstanbul silüetine saplanan bir hançer” olarak tanımlar, “ucube” nitelemesi manşetlere taşınır.

Projeyi savunanlar ise farklı bir noktaya vurgu yapar: Çamlıca’daki onlarca eski antenin sökülecek olması. Gerçekten de kule devreye girdikten sonra bölgede dağınık halde bulunan 33 anten kaldırılır ve yayın altyapısı tek bir merkezde toplanır. Ulaştırma Bakanlığı, bu sayede hem elektromanyetik hem de görsel kirliliğin giderildiğini, kulenin aynı anda 100 radyo ve 17 televizyon kanalına hizmet verebildiğini açıklar. Bazı İstanbullular, paslı anten ormanı yerine tek ve modern bir kule görmenin daha iyi olduğunu savunur; özellikle geceleri LED aydınlatmaların Boğaz manzarasına kattığı rengi olumlu bulanlar da vardır.

Buna rağmen, eleştirmenler bu yaklaşımı ikna edici bulmaz. Onlara göre, “küçük sorunları ortadan kaldırıp yerine devasa bir sorun eklemekten” başka bir şey yapılmamıştır. Üsküdar’dan ya da Kadıköy sahilinden bakıldığında, minarelerle bezeli tarihi siluetin arkasında beliren Çamlıca Kulesi’nin yabancı bir müdahale olduğu düşünülür. Bu tartışmalar, İstanbul’da yüksek yapıların şehir silueti üzerindeki etkisine dair yıllardır süren görüş ayrılıklarının bir devamı niteliğindedir. Daha önce Levent–Maslak hattındaki gökdelenlerin Sultanahmet siluetine girmesi tepki çekmişti; bugünse Anadolu yakasının tepesine dikilen Çamlıca Kulesi, şehrin dengeli siluet çizgisini bozan yeni ve güçlü bir vurgu noktası olarak eleştiriliyor.

Dünyadaki Kulelerle Kıyas: Tercihler ve Dezavantajlar

Dünyanın birçok büyük şehrinde, radyo ve televizyon yayınlarını tek bir merkezden yapmak için kuleler inşa ediliyor. Ancak bu yapıların şehir siluetiyle kurduğu ilişki, her yerde aynı değil. Bazı şehirler kulelerini olabildiğince ince ve geçirgen tasarlayarak hafif bir siluet yaratmayı, bazıları ise şehir merkezinden uzak bir noktaya konumlandırarak etkisini sınırlamayı tercih ediyor.

Barselona – Torre de Collserola: Norman Foster’ın tasarladığı Torre de Collserola, 1992 Olimpiyatları öncesinde şehrin kenarındaki Tibidabo Tepesi’ne yerleştirildi. 288 metre yüksekliğindeki bu kule, neredeyse bir iğne inceliğinde ve çelik kablolarla dengelenen hafif bir yapıya sahip. İnce formu sayesinde arkadaki gökyüzünü kapatmıyor ve şehir merkezinin tarihi dokusuna görsel bir baskı yapmıyor.

Tokyo – Skytree: 634 metrelik Tokyo Skytree, dünyanın en yüksek yayın kulesi olmasına rağmen, bulunduğu bölgenin gökdelen siluetine uyum sağlayan bir form diline sahip. Geniş tabandan yukarıya doğru incelen yapısı, geleneksel Japon pagodalarını çağrıştırıyor; bu sayede devasa yüksekliğine rağmen şehrin siluetinde dengeli bir zirve noktası oluşturuyor.

Toronto – CN Tower: 553 metre yüksekliğindeki CN Tower, şehir merkezindeki gökdelenler arasında yer almasına rağmen, ince gövdesi ve yukarıya doğru daralan formuyla Toronto siluetine yumuşak bir şekilde eklemleniyor. Hem mühendislik başarısı hem de görsel hafifliği sayesinde şehrin sembol yapılarından biri haline gelmiş durumda. Ayrıca bu kule şehrin sakin bir tepesinde değil zaten gökdelen silüeti içeren bir şehre entegre olduğu için farklılaşma yaratmıyor. 

İstanbul – Çamlıca Kulesi: Çamlıca Kulesi ise bu örneklerden farklı bir strateji izliyor. Yer seçiminde, zaten kentin en yüksek doğal noktalarından biri olan Küçük Çamlıca Tepesi tercih ediliyor. Bu, yayın açısından avantaj sağlasa da görsel olarak “tepe üzerine tepe” etkisi yaratıyor. Monolitik kütlesi, ince direk veya şeffaf çelik kafes formuna sahip kulelere kıyasla çok daha baskın bir görünüm veriyor. Seyir terasları ve restoran katları kulenin gövdesinde belirgin çıkıntılar oluşturarak yapının ağırlığını artırıyor.

stanbul’un Tokyo ve Toronto’dan ayrışan yanı da bu, İstanbul tarihin çeşitli katmanlarından sembol eserlere sahip bir şehir. Bu yapıların çoğu ise boğaz silüetinde kendi yerini nazikçe buluyor.

Dünyadaki birçok örnekte kule, şehir dokusuna mümkün olduğunca hafifçe dokunan bir unsurken, Çamlıca Kulesi İstanbul’un hemen her yerinden görünen, tartışmasız en baskın siluet öğelerinden biri haline geliyor. Bu nedenle, teknik olarak başarılı olsa da, estetik ve ölçek açısından uluslararası örneklere göre daha iddialı —hatta kimi gözlere göre fazla iddialı— bir konumda duruyor.

Sonuç: Yeni Bir Sembol mü, Silüette Bir Hata mı?

Çamlıca Kulesi, resmi söylemde “İstanbul’un yeni sembollerinden biri” olarak sunuluyor. Onlarca eski antenin sökülmesi, yayın altyapısının tek merkezde toplanması ve turistik çekim noktası olarak işlev görmesi, projenin öne çıkarılan kazanımları arasında. Mühendislik açısından modern bir eser olarak tanıtılıyor; seyir teraslarından 360 derece İstanbul manzarasını deneyimleyen ziyaretçiler, burayı yeni nesil bir şehir ikonu olarak görmeye başlıyor.

Ancak diğer tarafta, yarışma sürecinin etik açıdan sorgulanması, konumun koruma alanı içinde olması ve siluete yaptığı baskın müdahale eleştiri konusu olmaya devam ediyor. Birinci proje yerine üçüncünün siyasi tercihle hayata geçirilmesi, mimarlık ortamında adil yarışma anlayışını zedeleyen bir örnek olarak anılıyor.

İstanbul gibi çok katmanlı, tarihi mirası güçlü bir şehirde “yeni sembol” yaratma çabası, kimileri için yenilenme işareti, kimileri için ise ölçüsüz bir müdahale olarak görülüyor. Zamanla bu kulenin, Eiffel Kulesi gibi başlangıçta eleştirilip sonradan benimsenen bir simgeye dönüşüp dönüşmeyeceğini kestirmek güç. Ama kesin olan bir şey var: Çamlıca Kulesi, İstanbul’un siluetine ve şehircilik tartışmalarına şimdiden kalıcı bir iz bıraktı. Onu beğenelim ya da beğenmeyelim, artık bu kentin görsel hafızasında hep var olacak.

Facebook
LinkedIn
X (Twitter)
Telegram
WhatsApp
Pinterest
Email
Print

Working Hours

Not concerds with trends, only with good tastes

Mon-Fri................9-10
Sat-Sun................10-17

Or make a call: