No products in the cart.
Son dönemde Papa’nın ziyaret planıyla yeniden gündeme gelen İznik, aslında Türkiye’de keşfedilecek en önemli duraklardan biri. Marmara Bölgesi’nde, İznik Gölü’nün kıyısında kurulan bu çok katmanlı şehir, tarihte Nikaia, Nicea gibi adlarla anılıyor. Bithynia’dan Roma’ya, Bizans’tan Osmanlı’ya uzanan katmanlar bugün sokak aralarında, surların gölgesinde, cami ve eski kilise kalıntıları arasında kendini gösteriyor. Tarihi ve mimari bir rota planlayanlar için İznik, yalnızca bir ya da iki günde rahatça gezilebilen; her adımda geçmişi sindirerek ilerlemeye uygun bir şehir olarak öne çıkıyor.
İznik’te mimari düzen, başlangıçta surlardan önce kapılarla şekilleniyor. Şehre giriş ve çıkışı belirleyen bu kapılar, zamanla neredeyse törensel bir anlam kazanıyor. Güvenlik ihtiyacı arttıkça önce iç surlar, ardından dış surlar farklı dönemlerde devreye giriyor. Kentin çevresini kuşatan bu savunma hattı dört ana kapıyla tanımlanıyor: Lefke Kapısı, İstanbul Kapısı, Yenişehir Kapısı ve Göl Kapısı. Günümüzde Lefke ve İstanbul Kapıları varlığını güçlü biçimde sürdürürken, Göl Kapısı fiziksel olarak korunamıyor ve yalnızca tarihsel kayıtlarda yer alıyor.

İstanbul Kapı Kaynak: Salt Araştırma
Lefke Kapısı
Doğudan kente giriş sağlayan Lefke Kapısı, İznik surlarının en etkileyici noktalarından biri. Tuğla ve kesme taşın karıştığı almaşık duvar örgüsü, Roma mühendisliğini ve Bizans onarımlarını birlikte gösteriyor.
Kapının cephesindeki devşirme mermer frizler, insan figürlü kabartmalar ve Grekçe kitabe, M.S. 2. yüzyılda gerçekleşen büyük onarımlara işaret ediyor. Bir yandan zafer takı gibi görünüyor, bir yandan da savunma yapısı kimliğini koruyor.
Aynı zamanda Lefke Kapı’nın yakınında bulunan İznik Müzesi de şehrin tarihini deneyimlemek için kaliteli bir müze deneyimi sunuyor.

İznik Müzesi İçerisinden Fotoğraf Kaynak: Ayça Küçük Arşivi
İstanbul Kapı
Kuzeydeki İstanbul Kapı, İznik’i Konstantinopolis’e bağlayan eski yolun başlangıcında yer alıyor. Üç açıklıklı düzeni, ortada geniş bir ana kemer, iki yanda daha dar geçişlerle tipik bir anıtsal Roma kapısı özelliği taşıyor.
Kapının üzerinde, Roma Tiyatrosu’ndan getirilen taş masklar dikkat çekiyor. Böylece antik bir eğlence yapısının sahne süsleri, bu kez şehir kapısında karşımıza çıkıyor. Devşirme malzeme kullanımı kapıların ardından surlarda da sıklıkla karşılaşılan bir durum. Defalarca tadilat geçirmiş bu yapılar çeşitli dönemlerden izler taşıyor.

Surlarda Bulunan Devşirme Parça Kaynak: Ermiş, Ü. M. (2014). Seyyahların gözüyle İznik şehri ve yapıları, Osmanlı öncesi ve dönemi tarihi araştırmaları.
Surlar Boyunca Kısa Yürüyüş
İstanbul Kapısı’ndan sonra sur hattı boyunca kısa bir yürüyüş, kentin savunma sistemini anlamak için çok iyi gidiyor. Yaklaşık 5 km’lik sur hattı, kuleler, mazgal pencereleri ve farklı dönem taş işçilikleriyle açık hava dersi gibi duruyor.
Bazı bölümlerde Hellenistik döneme uzanan erken duvar izleri, Roma devri onarımları ve Bizans takviyeleri aynı yüzeyde buluşuyor. Her 10–15 metrede bir çıkan kule kalıntıları, bu hattın nasıl sürekli kontrol altında tutulduğunu hissettiriyor. Dört ana kapının yanında sadece bir tanesi günümüze ulaşan on iki adet de tali kapı bu surlarda bulunuyor.

İznik Kent Planı Kaynak: Salt Araştırma
Roma Tiyatrosu
Güneybatı köşede yer alan Roma Tiyatrosu, düz zemine tonozlu altyapı ile oturan planıyla dikkat çekiyor. Yaklaşık 10.000 kişilik kapasiteye sahip.
Altta tonozlu galeriler, üstte cavea’nın oturma basamakları, üst kısımda sahne binasına ait süsleme parçaları okunuyor. Hristiyanlık yayılmaya başladığında tiyatronun işlevi değişiyor; arena üzerinde yeni duvarlar, bazı bölümlerde dini semboller görülüyor. Daha sonra yapı malzemeleri surlarda kullanılıyor, tonozlu mekânlar çini fırınları için değerlendiriliyor. Çini fırınlarının kazı alanı da yine İznik içerisinde ziyarete açık bir şekilde gözlemlenebiliyor.
İznik Ayasofyası (Orhan Camii)
Kentin tam merkezinde, dört kapıdan gelen yolların buluştuğu noktada İznik Ayasofyası / Orhan Camii yer alıyor. Erken Bizans döneminde üç nefli bazilika olarak yükselen yapı, 1331’deki fetih sonrası Orhan Gazi döneminde camiye çevriliyor.
Ayasofya’nın en önemli boyutu, Hristiyanlık tarihinde oynadığı rol. 787’deki VII. Ekümenik Konsil burada toplanıyor; ikonalarla ilgili uzun tartışmalar bu yapı içinde çözülüyor. Duvarlarda görülen tuğla katmanlar, bazilika planı,
zemindeki mozaik izleri ve Osmanlı döneminde eklenen mihrap-minber, çok katmanlı yapıyı birlikte gösteriyor.
Günümüzde cami olarak kullanılan bu yapının en ilginç yönü ibadet için kullanılan kısmının Ayasofya’ya girdikten sonra bir kot farkıyla ayrılıyor olması. Gezme amacıyla içeriye giren biri bu ibadet alanın etrafından kiliseyi/camiyi gezebiliyor.

Ayasofya Kaynak: Ayça Küçük Arşivi
İlk Durak: Nilüfer Hatun İmareti
Doğu yakada, Lefke Kapısı’na yakın Nilüfer Hatun İmareti, 14. yüzyıl sonuna tarihlenen erken Osmanlı yapılarından biri. I. Murad, annesi Nilüfer Hatun adına bir imaret ve zaviye yaptırıyor; yapı hem aşevi hem konaklama mekânı olarak hizmet veriyor.
Önde beş gözlü revak, ortada kubbeli bir sofa, iki yanda tabhane odaları, arkada mescit bölümüyle tipik bir Ters-T plan görülüyor. Duvarlarda üç sıra tuğla, bir sıra taşla giden almaşık örgü, kirpi saçaklar ve küçük rozet tuğla bezemeler erken Osmanlı üslubunu taşıyor.
Cumhuriyet döneminde restore edilen yapı, uzun süre İznik Müzesi olarak kullanılıyor. Bugün avlusunda dolaşmak, hem erken Osmanlı sosyal mimarisini hem de şehrin müze belleğini aynı anda hissettiren sakin bir durak sunuyor.
İznik denince akla gelen ilk siluetlerden biri, Yeşil Cami ve onun çinili minaresi. Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’nın 14. yüzyıl sonlarında başlattığı yapı, kesme taş cephesi ve renkli minaresiyle erken Osmanlı cami mimarisinde özel bir yere sahip.
Kuzeyde üç kubbeli son cemaat yeri, ortada büyük kubbeyle örtülü harim ve güney cephede zengin mermer mihrap, iç mekânda güçlü bir odak oluşturuyor. Duvarlarda belirli bir yüksekliğe kadar mermer kaplama kullanılıyor; damarlı taş panolar mekâna sade ama rafine bir etki katıyor.
Asıl dikkat çeken, minarenin gövdesindeki çini ve sırlı tuğladan oluşan süslemeler. Geometrik desenler, zikzaklar, zencirek kuşaklar ve şerefe altındaki mukarnaslar…

Yeşil Camii Minaresi Kaynak: Ayça Küçük Arşivi
Süleyman Paşa Medresesi
Kent merkezinde yer alan Süleyman Paşa Medresesi, Osmanlı’nın ilk medreselerinden biri olarak kabul ediliyor. Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa tarafından yaptırılan yapı, açık avlulu, revaklı klasik medrese tipini erken bir örnekle sunuyor.
Ortada avlu, etrafında kubbeli 11 hücre, güneyde dershane mekânı yer alıyor. Revakları taşıyan sütunların bir kısmı devşirme malzeme; bu durum antik birikimin yeni döneme nasıl aktarıldığını da gösteriyor. Bugün yapıyı gezenler, odalarda çini ve el sanatları ürünleri görüyor; medrese, eğitimin yanında el emeğiyle yaşayan bir mekân olarak varlığını sürdürüyor.
Göl Kıyısı ve Konsillerin Gölgesi
İkinci günün sonunda İznik Gölü kıyısında kısa bir yürüyüş, rotayı sakin bir kapanışa taşıyor. Göl, antik kaynaklarda Askania adıyla geçiyor ve kente hem iklim hem manzara açısından güçlü bir arka plan sağlıyor. Bununla birlikte İznik hem sahil şeridiyle hem de iki ana aks etrafında şekillenen kent planıyla gezi deneyimini kolaylaştıran bir kent olarak karşımıza çıkıyor. İstanbul Kapıdan anıt ağaçlarla çevrelenmiş yolu takip ederek yürüyünce sahile ulaşılıyor ve ardından tüm sahil yolu deneyimlenebiliyor.
Gölün kıyısına yakın noktada, suların altında kalan erken Bizans bazilikası kalıntıları, İznik’in Hristiyanlık tarihinde ne kadar önemli bir merkez olduğunu hatırlatıyor. Kent, 325’teki Birinci İznik Konsili ve 787’deki İkinci İznik Konsili ile dünya tarihine giriyor; ilkinde iman esasları tartışılıyor, ikincisinde ikonaların kullanımı konusunda kararlar alınıyor. Bazilika göl sularının çekilmesiyle birlikte bugün sular altında değil. Bir önceki papanın ziyareti planlanırken ‘geçici’ olarak inşa edildiği söylenen iskele ancak 14. Leo’nun ziyareti için kullanılabiliyor.

İnşa edilen iskele Kaynak: Ayça Küçük Arşivi