No products in the cart.
Avrupa’da ihtişamlı saraylardan tanıdığımız Barok stilinin Rokoko’ya evrilmeye başladığı yıllarda Osmanlı yüzünü Batı’ya çevirmeye başlar. Bu dönüşüm, mimaride de karşılık bulur ve Barok üslup, Osmanlı mimarlığında kendine yer edinir. Bu etkilenmenin en sembolik ve ihtişamlı örneklerinden biri şüphesiz Nuruosmaniye Camii’dir. 18. yüzyılın ortalarında, Sultan I. Mahmud’un emriyle inşa edilmeye başlanan bu cami, uzun bir aradan sonra inşa edilen ilk selâtin (sultana ait) camidir.
Kapalıçarşı’nın doğu çıkışında yer alan cami, çarşının alışılmış düzeninin aksine farklı üslubuyla dikkat çeker. Geniş merdivenleri, görkemli cephesi ve bir meydanı andıran dairesel avlusuyla dönemin öncülerinden biridir. Plan düzleminde bakıldığında Nuruosmaniye’yi tanımak için sadece avlusuna bakmak yeterlidir. Osmanlı anıtsal camileri arasında yeni bir arayışın temsilcisi olan bu yapı, avlusunun at nalı biçimindeki özgün planıyla tekil bir örnek oluşturur.
Kaynak: Salt Araştırma
Nuruosmaniye sadece bir ibadet mekânı değil, Batı’ya yönelen Osmanlı’nın sembolik bir niyet beyanıdır. 1703’teki Edirne Vakası’nın ardından sarayın yeniden İstanbul’a dönmesiyle başkentteki siyasi ve kültürel hareketlilik artar. Bu süreçte Batı’yla ilişkiler sıklaşır ve reform girişimleri gündeme gelir. I. Mahmud bu atmosferde yalnızca yönetimsel değil, mimari olarak da bir mesaj vermek ister. Cami bu yüzden şehrin en kalabalık ve ticari anlamda en canlı noktalarından birine, Bedesten’in hemen yakınına, tüccarların ve zanaatkârların ortasına inşa edilir. Bu yer seçimi rastlantı değil; sultanın halkla yeniden temas kurmak istediğinin güçlü bir göstergesidir.
Caminin fiziksel özellikleri bu politik mesajın mimarideki yansıması gibidir. Genel plan klasik Osmanlı camilerinden izler taşısa da, detaylarda alışılmadık bir üslup hâkimdir. Kabuk motifleri, kıvrımlı saçaklar, yuvarlak kemerler ve yarım daire biçimli avlu gibi unsurlar Avrupa Baroğu’na aittir. Ancak bu öğeler birebir kopyalanmamış, Osmanlı mimari geleneğiyle harmanlanarak yeni bir sentez oluşturulmuştur. Bu yaklaşım, sonraki dönemde inşa edilen yapılar üzerinde de iz bırakır ve Nuruosmaniye’yi mimari tarihimizde bir eşik yapı hâline getirir.
Kaynak: Salt Araştırma
Sultan Mahmud’un mimariyle kurduğu bu ilişki, doğrudan bir ideolojik tutum taşır. Caminin “yeni tarzda bir şerefeli cami” olarak tanımlandığı yazışmalar ve vakfiyede geçen “ışık dolu, yüksek, erdemli” kompleks tanımı bu yaklaşımı yansıtır. Yapı, hem fiziksel hem de simgesel olarak “yeniden doğuş” anlamı taşır. Sultan, bu cami aracılığıyla hem halka hem Tanrı’ya hem de geçmişe seslenir.
O döneme ait Osmanlı kaynaklarında caminin fiziksel ihtişamına övgüler bulunsa da Batılı üslup değişimlerine doğrudan değinilmez. Buna karşın Avrupalı seyyahlar bu değişimi hemen fark eder. Fransız Flachat, camiyi “İmparatorluktaki en güzel yapı” olarak tanımlar. Toderini ve Dallaway ise
Sultan Mahmud’un Avrupa’dan kilise planları getirttiğini ve ilk etapta bu planlara göre bir cami inşa ettirmeyi düşündüğünü yazar. Ancak ulemadan gelen tepkiler nedeniyle planın değiştiği ve sonuçta hem Avrupa hem Osmanlı geleneğini birleştiren melez bir yapı ortaya çıktığı aktarılır. Bu bilgi doğrudan Osmanlı kaynaklarında yer almasa da, dönemin Avrupa algısını gösterir.
Kaynak: archnet
Nuruosmaniye’nin mimarı Simeon Kalfa, gayrimüslim bir Rum’dur. Bu da yapının çok kültürlü üretim ortamını gösteren önemli bir detaydır. Simeon Kalfa’ya atfedilen başka bir yapı bulunmaz. Bu dönem, mimari üretimin sadece saray çevresinden değil; çarşıdaki zanaatkârlar, Levanten topluluklar ve Batılılaşan sınıfların etkisiyle şekillendiği bir zaman dilimidir. Yapıdaki melez üslup da bu toplumsal çeşitliliğin mimarideki izdüşümüdür.
Bugünden geriye baktığımızda Nuruosmaniye’ye dair yorumlar da dönüşmüştür. Erken Cumhuriyet döneminde yapı, Batı etkisinin mimariye yansıdığı bir “çöküş” örneği olarak değerlendirilmiş; klasik dönemin saflığına duyulan özlemle olumsuzlanmıştır. Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu bakış açısı değişir. Doğan Kuban, Nuruosmaniye’yi klasik formların içinde yeni bir ifade arayışı olarak tanımlar. Maurice Cerasi gibi araştırmacılar ise bu yapının Batı üsluplarını bilinçli bir şekilde Osmanlı mimarlığına adapte ettiğini ve bunun rastgele bir taklit değil, özgün bir sentez olduğunu savunur.
Bugün Nuruosmaniye’ye bakmak, yalnızca bir camiye değil; Osmanlı’nın kendini yeniden tanımlama çabasına tanıklık etmek anlamına gelir. Avrupa’dan alınan bir üslubu kendi diliyle yeniden kuran Osmanlı, bu yapı aracılığıyla hem modernleşmeye adım atmakta hem de varlığını güçlü biçimde ilan etmeye çalışmaktadır. Devletin bu camiyle hem ihtişamını sürdürdüğünü göstermek hem de halkla ilişkisini canlı tutmak istediği söylenebilir. Bu bağlamda Nuruosmaniye, modernleşme sürecinde Osmanlı’nın kendini koruma altına alma gayretinin mimari bir ifadesidir.
Barok üslup daha sonra çeşitli saraylarda ve saltanat yapılarında görülmeye devam eder. Nuruosmaniye ise bugün hâlâ Kapalıçarşı’ya komşuluğunu sürdürür. Avlusunun çarşıya açılması, kamusal bir geçiş alanına dönüşmesi, yapının sadece dini değil, kent hayatının bir parçası olduğunu da gösterir. İstanbul’da hâlâ ticaretin kalbinin attığı bir bölgede tüm görkemiyle yükselen Nuruosmaniye’yi hayranlıkla izlemek hâlâ mümkün.
Yararlanılan Kaynaklar:
Peker, Ali Uzay. Return of the Sultan: Nuruosmânîye Mosque and the Istanbul Bedestan. In: Gülru Necipoğlu (ed.), Muqarnas: An Annual on the Visual Cultures of the Islamic World, Volume 34, 2017, pp. 247–281.
Suman, Selva. Questioning an “Icon of Change”: The Nuruosmaniye Complex and the Writing of Ottoman Architectural History, METU Journal of the Faculty of Architecture, Vol. 28, No. 2, 2011, pp. 145–166.