Tiflis: Katmanlar Arasında Sıkışmış Bir Kent

Tiflis, zamanın kendi üzerine kıvrıldığı kentlerden biri. Ne tam anlamıyla geçmişte, ne de bugünün hızında. Ne tam olarak Doğu’da, ne de Batı’da. Kafkasya’nın ortasında duran bu kent, coğrafi konumuyla olduğu kadar tarihsel bir gerilimle de sıkışmış durumda. Osmanlı, Pers, Rus ve Sovyet etkilerinin iç içe geçtiği Tiflis, bugün hâlâ ne olduğunu ve ne olmak istediğini sorgulayan bir kent görünümünde. Bu yazı, Tiflis’in kentleşme biçimleri, mimarlık mirası ve kentsel aidiyet sorunları üzerine bir gözlem ve analiz denemesi olarak okunabilir.

Tiflis’in tarihi merkezinde yürürken hissedilen ilk şey, mekânın zamanla olan ilişkisi. Solan renkler, dökülen sıvalar, yer yer çökmüş ahşap cepheler, dışarıya sarkan balkonlar… Her biri bir döneme ait ama hiçbiri tam anlamıyla o dönemin değil. Bu parçalanmışlık, Tiflis’in en güçlü karakteri aynı zamanda. Mekânlar burada anlatımını tamamlamamış gibi; sanki yarıda kalmış bir cümle gibi duruyorlar. Tam da bu yüzden Tiflis bir “okuma” kenti değil, bir “okunamama” kentidir. Her katmanda yeni bir ses, her köşede başka bir anlatı.

Bu belirsizlik yalnızca fiziksel çevrede değil, kentlinin ruh hâlinde de yankı bulur. Tiflis’te kentli, şehri bir bütün olarak sahiplenmekte zorlanır. Bunun nedeni sadece ekonomik yoksunluk ya da idari ihmal değil; aynı zamanda kentsel aidiyetin, mekânla kurulan bağın sürekli olarak kesintiye uğramasıdır. Bugün var olan bir yapı, yarın yıkılabilir. Bir mahallenin adı haritada dururken, sosyolojik gerçekliği çoktan silinmiş olabilir. Bu kırılganlık, kentsel kimliğin kolektif bir şekilde inşa edilmesini zorlaştırır.

Kent merkezinin en çarpıcı alanlarından biri olan Sololaki Mahallesi, bu parçalanmış yapının somut karşılıklarından biridir. Sovyet döneminden kalan apartman bloklarının dibinde 19. yüzyıl Gürcü sivil mimarisinden örnekler, onların hemen yanında ise yeni nesil butik oteller veya kafeler göze çarpar. Bazen tek bir binanın içinde bile üç farklı çağın izi görülebilir. Restorasyon yapılmış ama tamamlanmamış bir giriş kapısı, post-sovyet döneme ait eklenmiş bir PVC pencere, onun hemen yanında asma katta kurutulan çamaşırlar… Bu tutarsızlık hali, Tiflis’e özgü bir kent estetiği yaratır.

Ancak bu estetik aynı zamanda bir kırılmayı da temsil eder. Çünkü Tiflis’in mimari belleği, koruma politikalarının yetersizliği ve rant baskısının yoğunluğu altında hızla parçalanmaktadır. Kentin bazı bölgelerinde, özellikle eski Yahudi ve Ermeni mahallelerinde, kültürel hafıza büyük oranda yüzeyde kalmıştır. Yapılar fiziksel olarak ayakta olabilir ama onların temsil ettiği yaşam biçimi, dil, ilişki biçimi çoktan yok olmuştur. Bu da “kültürel miras”ın yalnızca mimari kabuklara indirgenmesine neden olur.

Eski kent merkezinin doğusunda uzanan Avlabari, Tiflis’in dinsel ve kültürel çeşitliliğini gösteren bir başka örnektir. Gürcü Ortodoks kiliseleri, Ermeni kiliseleri, camiler ve sinagoglar birbirine yakın mesafede yer alır. Ancak bu alan, bugün büyük ölçüde simgesel bir hafıza alanı olarak pazarlanmaktadır. Turistik rehber kitaplarında bu çok kültürlü yapı övülse de, gerçekte bu etnik ve dini çeşitliliği barındıran yaşam pratikleri büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Hafıza fiziksel olarak temsil edilse bile, yaşamsal olarak silinmiştir.

Kentte mimarlığın çağdaş yorumları da benzer bir kopuşu içinde taşır. Rike Parkı ve onu karşıya bağlayan “Barış Köprüsü” gibi projeler, Tiflis’in çağdaş mimari yüzünü temsil eder. Ancak bu yapılar, kentin bağlamıyla olan ilişkisi kopuk projeler olarak değerlendirilmiştir. Mimarlığın küresel diliyle konuşan bu yapılar, yerel olanı temsil etmekten çok uzaktadır. Özellikle cam, çelik ve organik formlar üzerinden kurulan bu mimari üslup, hem estetik hem de sosyolojik açıdan Tiflis’in karakteriyle çelişir.

Bu kopuşun sonuçlarından biri de, kentlinin bu yeni yapılara karşı duygusal bir bağ kuramamasıdır. Barış Köprüsü’nü kullanan birçok kişi, bu yapının kente ait olup olmadığını sorgular. Çünkü bu tür yapılar, yalnızca gösteri nesneleri olarak var olurlar; gündelik hayatın ritmine entegre olamazlar. Böylece, Tiflis’te kamusal alanla kullanıcı arasındaki bağ giderek yüzeyselleşir.

Tiflis’in bugünkü dönüşüm sürecinde bir diğer kritik başlık da gentrifikasyondur. Özellikle Chugureti ve Vera gibi mahalleler, artan turistik ilgiyle birlikte hızlı bir şekilde kimlik değiştirmektedir. Geleneksel dokunun yerini tasarım mağazaları, üçüncü dalga kahveciler ve kısa dönemli kiralık daireler alırken; yerel halk ise bu dönüşümün dışına itilmektedir. Bu, yalnızca fiziksel bir yer değiştirme değil; aynı zamanda sosyo-kültürel bir silinme sürecidir.

Kentin çeperlerinde ise bambaşka bir Tiflis manzarası belirir. Metronun son durakları, şehir merkezinden uzaklaşan mahalleler, terk edilmiş sanayi yapıları, tamamlanmamış inşaatlar… Bu bölgelerde ne bir turizm dili ne de bir restorasyon gündemi vardır. Yine de, buralarda kente ait başka türden bir direnç gelişmektedir. Yoksullukla ve görünmezlikle şekillenen bu alanlar, alternatif bir kent deneyimi sunar. Tiflis’in yalnızca merkezden ibaret olmadığını hatırlatır.

Kamusal alanların dönüşümü de Tiflis’in değişen yüzünü anlamada önemli bir göstergedir. Sovyet döneminde kamusal alan, ideolojik olarak kolektif kimliğin inşa edildiği bir zemindi. Bugünse kamusal alan, ya ticarileşmekte ya da sadece temsili birer vitrin işlevi görmektedir. Bu durum, kentlinin mekâna katılımını zorlaştırır. Meydanlar sadece geçilen, durulmayan alanlara dönüşürken; parklar yalnızca düzenlenmiş peyzajlara indirgenir.

Tiflis’in bu çok katmanlı ve yer yer çelişkili yapısı, post-sosyalist kentleşme teorileriyle birlikte okunabilir. Tatjana Tsenkova ve Stanilov’un tanımladığı gibi, bu tür kentler modernizmle hesaplaşamamış, kapitalistleşme sürecini sindirememiş ve kolektif hafızası parçalanmış yapılardır. Tiflis, bu anlamda yalnızca Gürcistan’ın değil, Doğu Avrupa ve Kafkasya’nın pek çok kentinin prototipidir.

Sonuç olarak Tiflis, okunması kolay bir kent değildir. Onu anlamak için yüzeyin altına inmek gerekir. Bir duvarın sıvasının altındaki katmanı, bir balkonun taşıdığı gündelik dili, bir meydandaki sessizliği dinlemek gerekir. Tiflis, bir kent olmaktan çok, bir süreçtir. Ve belki de en önemli yönü, henüz bitmemiş olmasıdır. Ne tam anlamıyla geçmişle yüzleşmiş, ne de geleceğini tanımlayabilmiş bir şehir olarak, her yeni bakışta başka bir anlatı sunar.

Facebook
LinkedIn
X (Twitter)
Telegram
WhatsApp
Pinterest
Email
Print

Working Hours

Not concerds with trends, only with good tastes

Mon-Fri................9-10
Sat-Sun................10-17

Or make a call: